11 Kasım 2025 Salı

Nexus Kitap Özeti

“Nexus: Taş Devrinden Yapay Zekâya Bilgi Ağlarının Kısa Tarihi” adlı kitap, Yuval Noah Harari tarafından kaleme alınmış ve insanlık tarihini “bilgi ağları” kavramı üzerinden yeniden yorumlayan bir eserdir.  Aşağıda kitaptaki temel fikirleri bulabilirsiniz.

Harari’nin Esas Tezi

  • İnsanlık, büyük ölçüde bilgi ağları (Information Networks) sayesinde birlikte iş yapabilmiş ve geniş çaplı iş birlikleri geliştirmiştir. Bu anlamda en akıllı olduğumuz için değil birlikte yaşamayı öğrenebildiğimiz için dünyaya hükmediyoruz.
  • Bu ağlar yalnızca teknolojik ağlar değil — sözsel kültürden, yazılı metinlere, kitaplara, matbaaya, radyo-televizyona ve nihayet dijital ağlara kadar uzanan bir sürekli dönüşüm süreci içeriyor.  
  • Bu dönüşümde “bilgi” kavramı ve onun nasıl işlendiği, kimlerin karar aldığı, hangi araçlarla yayıldığı büyük önem kazanıyor. Harari, bilginin hem düzen kurucu hem de tahrip edici bir güç olduğunu vurguluyor.  
  • Yapay zekâ ise tarihte ilk defa icat ettiğimiz bir teknolojinin karar alıcı veya fikir üretici olduğunu görüyoruz. Eskiden bir teknolojiyi iyiye veya kötüye kullanmak bizim elimizde iken artık bu inisiyatif makinelere geçmiş durumda.
  • Günümüzde, özellikle yapay zekâ (AI) devreye girince bu ağların niteliği değişiyor. Çünkü bilgi artık sadece insan aracılığıyla değil, makineler aracılığıyla da üretilebiliyor, yönlendirilebiliyor ve dağıtılabiliyor. Harari için bu “bir ağın dönüşümü” değil, ağdan öte bir dönüşüm anlamına geliyor.  
  • Dolayısıyla geçmişin ağları ile bugünün, hatta yarının ağları arasında bir süreklilik var ama aynı zamanda niteliksel bir sıçrama da var. Harari bu yüzden kitabın adında “Nexus” sözcüğünü kullanıyor; yani “bağlantı/eklem noktası”, “kesişme noktası”.

Tarihsel Akış ve Başlıca Dönemler

Kitap belirli tarihsel kesitleri alarak bilgi ağlarının nasıl geliştiğini ve toplumları nasıl şekillendirdiğini inceliyor. Aşağıda birkaç önemli döneme dair özet:

  • Oral kültür / sözlü ağlar: İnsanların yazı öncesi dönemde hikâyeler, mitler ve efsaneler aracılığıyla büyük gruplar halinde iş birliği yapabilmesi. Harari’ye göre, hikâyeler büyük toplumsal yapılar yaratmada kilit olmuş.  
  • Yazının ve metnin yükselişi: Yazılı metinler, devletler, dinî dogmalar, hukuk sistemleri için bilgi ağlarının sabitleştiği araçlar sağlamış. Bu araçlar bilgi depolama, aktarma ve yönetme imkanlarını ciddi biçimde değiştirmiş.  
  • Matbaa, kitle iletişimi, modern bürokrasi: Matbaanın icadıyla bilginin yayılması hızlanmış; aynı zamanda doğru/yanlış, düzen/kaos gibi ikilemler de keskinleşmiş. Harari buna örnek olarak matbaanın hem bilimsel ilerlemeyi mümkün kıldığını hem de cadı avları gibi karanlık dönemleri destekleyen bilgi araçlarının yayılmasını kolaylaştırdığını söylüyor.  
  • Dijital ağlar, algoritmalar ve yapay zekâ: Bugün bilgi yalnızca yayılmıyor, aynı zamanda işleniyor, filtreleniyor, yönlendiriliyor. Veriler ve algoritmalar aracılığıyla toplumsal kontrol, manipülasyon, büyük veri analitiği ortaya çıkıyor. Harari’nin en büyük uyarısı burada: Bu yeni ağ formu geçmiştekilerden farklı — “karar veren” ağlar doğuyor.  

Öne Çıkan Temalar ve Kavramlar

Kitapta dikkat çeken birkaç kavram şunlardır:

  • “Gerçeklik”nin üç düzeyi: Harari üç tür gerçeklik ayırıyor: Obj­ektif gerçeklik (örneğin fiziksel dünya), öznel gerçeklik (bireysel deneyim) ve intersubjektif gerçeklik (bir grup insanın paylaştığı hikâye, inanç, kurumlar). Mesela para değeri ya da ulus-devlet gibi şeyler bu üçüncü düzeyde işliyor.  
  • Bilgi ve güç ilişkisi: Bilgi ağları sadece bilgi yaymak için değil, aynı zamanda iktidar kurmak ve sürdürmek için kullanılmıştır. Örneğin propaganda, devlet istihbaratı, bilgi kontrolü gibi. Harari bu ilişkiyi tarihsel örneklerle gösteriyor. Eğer ileride yeni bir totaliter ağ dünyayı fethetmeye başlarsa bu bir makine tarafından yapılacak.
  • Algoritmalar ve “karar veren” makineler: Harari’nin iddiası, günümüzdeki bilgi ağlarının sadece bilgi taşıma işi değil “karar alma” işi üstlenmeye başladığı. Bu da bizi tipik insan kontrolünden çıkarıp farklı bir duruma sokuyor.  
  • “Silikon Perde” (Silicon Curtain): Harari, dijital ağların ve yapay zekânın farklı coğrafyalarda, kültürlerde farklı versiyonlarının çıkabileceğini ve bunun yeni bir bölünme yaratabileceğini öne sürüyor.  
  • Kendi kendini düzelten mekanizmalar: Demokrasi, bilimsel yöntemler, bağımsız yargı gibi kurumların bilgi ağlarının sapmasını düzeltmesi gerektiğini söylüyor. Ancak bu mekanizmaların zayıf olduğunda bilgi ağları felaketlere yol açabiliyor. Örneğin totaliter rejimlerde böyle oluyor.

Kitabın Uyarıları ve Önerileri

Harari sadece geçmişi analiz etmekle kalmıyor, bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlara dair de güçlü uyarılar yapıyor:

  • Yapay zekâ ve algoritmalar hızla yayılıyor; ancak şeffaflık, hesap verebilirlik ve denetim mekanizmaları yeterince hazırlıklı değil. Bu, bireysel özgürlükler, demokratik kurumlar ve insan kontrolü açısından büyük risk demek.  
  • Bilgiye erişim arttıkça otomatik olarak daha fazla doğruluk çıkmıyor; yani daha çok bilgi daha iyi bilinçli karar değil. Çünkü bilgi ağlarının yönlendirilmesi, manipülasyonu mümkün.  
  • Sosyal ağlar etkileşim üzerine çalışıyor. O sebeple nefret söylemleri ve yanlış bilgiler doğru ve ılıman mesajlardan çok daha hızlı yayılıyor. Bunların toplumlar üzerinde geri dönülmez etkileri oluyor. Myanmar’da yaşanan gelişmeler gibi.
  • Geleceğe dair kaderci bir tutum sergilemiyor; ancak seçimlerimizin ciddi olduğunu söylüyor: “Tarih zorunlu değil” diyor; yani insanlık hâlâ kontrol edebilir, tercihler yapabilir.  
  • Nasıl Shell veya BP petrol çıkardıkları ülkede vergi ödüyorsa, sosyal ağlar da verisini kullandıkları ülkelerde vergi ödemelidir.
  • Bilgi ağlarının eşit dağılımı, yönetişim mekanizmalarının güçlendirilmesi, algoritmaların demokratikleştirilmesi gibi kurumsal reformlara işaret ediyor.  

 

Özetle: İnsanlık; ilk zamanlarda küçük topluluklar halinde sözlü hikâyelerle, sonra yazı ve kitapla, ardından matbaa ile, en son da dijital ve yapay zekâ ağlarıyla bilgi paylaşımında, iş birliğinde ve iktidar yapılarında devrimler yaşadı. Bu devrimler sadece teknolojiyle değil, aynı zamanda “bilgi nasıl işleniyor, kim karar alıyor, hangi aracılar var” sorularıyla ilgili. Günümüzde bilgi ağlarının merkezi haline gelen algoritmalar insanlık için hem fırsatlar hem riskler doğuruyor. Harari bu kitapta bizi bu riske dikkat çekmeye çağırıyor.

21 Ekim 2025 Salı

"Hayatınıza Yer Açın" Adlı Kitaptan Önmeli Notlar

Merhaba,

John Maeda, “The Laws of Simplicity” Türkçe çevirisi ile “Hayatınıza Yer Açın” adlı kitabında modern dünyanın artan karmaşıklığı karşısında sadeliğin nasıl bir stratejiye dönüşmesi gerektiğini anlatır. Ona göre sadelik, yalnızca tasarımın bir unsuru değil; hayatı, teknolojiyi, iş modellerini ve kullanıcı deneyimini düzenleyen temel bir ilkedir. “Sadelik, gereksiz olanı çıkarmak ve gerekli olanı görünür kılmaktır” diyen Maeda, basitleştirmenin amacının bir şeyi küçültmek değil, kullanıcıya daha az çabayla daha fazla değer sunmak olduğunu vurgular. Bu yaklaşımla, her alanda “daha az ile daha çok” yapmak mümkündür.

Maeda kitaba sadeliğin aslında ne kadar karmaşık olduğunu kabul ederek başlıyor. Diğer taraftan bu başarılırsa sadeliğin ve basitliğin sattığını ifade ediyor. Örneğin David Pogue’nin de 2006’da yaptığı TED konuşmasında basitliğin sattığını söylediğini görüyoruz. Birçok teknoloji evlerimizi, iş yerlerimizi işgal ettiğinde sadelik büyüyen bir endüstri olacaktır.

Maeda’nın ilk yasası olan Azaltma (Reduce), sadeliğe giden en temel yolun gereksiz ögeleri ortadan kaldırmak olduğunu söyler. Bir sistem ya da ürün ne kadar sadeleşirse, özü o kadar belirgin hâle gelir. Ancak her şeyi azaltmak mümkün olmadığında devreye ikinci yasa olan Düzenleme (Organize) girer. Azaltamadığımız karmaşıklığı düzenlemek, gruplamak ve hiyerarşi kazandırmak, algılanan basitliği artırır. Üçüncü yasa Zaman (Time) ise kullanıcıya hız kazandıran her şeyin sistemi daha basit hissettirdiğini belirtir. Daha hızlı çalışan bir deneyim, daha sade bir deneyimdir. Özellikle insanların bir süreçte hangi aşamada olduklarını bilmesi, onların bu süreç içerisinde kaybolmamasını sağlar. O sebeple mobil uygulamalarda aşamanın neresinde olduğunuzu belirten bir gösterim, çağrı merkezlerinde ne kadar beklemenizin öngörüldüğü bir ses vb. yöntemler bunlara örnektir. Öğrenme (Learn) yasasında ise Maeda, basitliğin yalnızca tasarımla değil, öğrenebilmek ile de ilişkili olduğunu, insanların kolay öğrendiği sistemleri basit kabul ettiğini söyler.

Beşinci yasa olan Farklar veya Zıtlıklar (Differences), sadelik ile karmaşıklık arasında bir denge kurulması gerektiğini anlatır. Bir ürün aşırı basitleşirse yetersiz kalabilir; önemli olan “az ama yeterince” düzeyini tutturmaktır. Aslında sadelik ve karmaşıklığın zıtlık ilkesinden dolayı birbirine ihtiyacı vardır. Karmaşa olmazsa sadeliğin kıymeti anlaşılmaz. Bağlam (Context) yasasında, bir ögenin sadeleşmesinin çevresinin de sade olmasıyla mümkün olduğu vurgulanır. Bu nedenle tasarımda boş alan, netlik ve minimalizm destekleyici bir rol oynar. O sebeple boşluk hiçbir şey değildir. Aslında çok belirleyici bir şeydir. Diğer taraftan ambiyans yediğiniz yemekten, izlediğiniz filme kadar her şeyi etkileyecektir. Herhangi bir yemeği güzel bir restoranda yemek ile sıradan bir lokantada yemek arasında fark vardır. Yedinci yasa olan Duygu (Emotion), sadeliğin yalnızca fonksiyonel değil, duygusal bir deneyim olduğunu hatırlatır. Kullanıcıyı gülümseten, rahatlatan veya güven veren bir deneyim, olduğundan daha basit algılanır.

Maeda’nın sekizinci yasası Güven (Trust), sadeliğin kabul görmesinde güven duygusunun önemini vurgular. İnsanlar güvendikleri takdirde karmaşık işlemleri bile daha basit görürler. Örneğin hata yaptığımızda işlemi geri alabileceğimizi bilmek bizi rahatlatır. Dokuzuncu yasa Hata (Failure) ise kimi zaman karmaşıklığın kaçınılmaz olduğunu kabul etmemiz gerektiğini söyler; amaç her şeyi sıfırlamak değil, yönetilebilir kılmaktır. Son yasa olan Tekillik (The One) ise tüm kitabı tek bir düşüncede özetler: “Fazlalığı at, kalanı düzenle ve insana odaklan.” Sadelik bir teknik değil, bir bakış açısıdır.

Tüm bu prensipler bize sadeleşmenin aslında bir estetik tercihten çok, bir liderlik ve inovasyon yöntemi olduğunu gösterir. Sade ürünler, sade süreçler ve sade düşünceler, hem organizasyonları hem teknolojiyi hem de kullanıcı deneyimini güçlendirir. Bir şey ne kadar az düşündürürse, o kadar kusursuzdur. John Maeda’nın ortaya koyduğu bu yaklaşım, günümüzün karmaşık dünyasında “basit olanın” aslında ne kadar güçlü olduğunu hatırlatır.

Maeda kitapta dengeden özellikle bahseder. Bir ürünün detaylarını azalttıkça sadeleştirmiş olabiliriz ama bir taraftan da onun geçerli özelliklerini ortadan kaldırmaya başlamış da olabiliriz. O zaman konu şuraya gelir; ne kadarını sadeleştirmeliyiz?

Maeda’nın diğer görüşleri için The Laws of Simplicity / John Maeda ziyaret edilebilir.

14 Ekim 2025 Salı

“Dijital Dönüşüm Yol Haritası” İsimli Kitap Özeti

David L. Rogers’ın The Digital Transformation Roadmap: Rebuild Your Organization for Continuous Change (2023) adlı kitabı, dijital dönüşümün yalnızca teknoloji yatırımlarıyla değil, kurumun kültürü, stratejisi ve iş yapma biçimiyle bütünleşik bir değişim süreci olduğunu savunur. Rogers’a göre dijital dönüşüm bir varış noktası değil, kurumun sürekli olarak değişime uyum sağlayabilme yeteneğini geliştirdiği bir yolculuktur. Bu yolculuğu başarıyla yönetebilmek için kurumların beş temel adıma odaklanması gerekir: Vizyon, Öncelikler, Deneyim (Experimentation), Yönetişim ve Yetenekler.

1. Vizyon (Vision):

Dijital dönüşümün temeli, kurumun kim olmak istediğini, hangi müşteri problemlerini çözmek istediğini ve gelecekte nasıl bir değer yaratmayı hedeflediğini tanımlayan net bir vizyonla başlar. Bu vizyon, teknolojiden çok daha öte bir anlam taşır; organizasyonun stratejik yönünü belirler. Rogers, dijital vizyonun yalnızca üst yönetimin bildiği bir belge değil, tüm organizasyonun paylaştığı ortak bir “neden” olması gerektiğini vurgular. Bu vizyon çalışanlara ilham verir, ortak bir yön duygusu yaratır ve dönüşüm sürecindeki dirençleri azaltır.

İyi bir vizyon; müşterileri, teknolojiyi, trendleri ve rekabeti inceleyerek oluşturulur. Örneğin Alipay kredi kartı altyapısının Çin'de yeterince gelişmiş olmamasından, Swish ise anlık para transferinin İsveç'te mümkün olmamasından doğmuştu.

2. Öncelikler (Priorities):

Dijital dönüşüm sürecinde en büyük tuzaklardan biri, her fırsatı aynı anda değerlendirmeye çalışmaktır. Michael Porter'ın dediği gibi Strateji aslında hangi işten vazgeçilmesi kararıdır. Rogers, kurumların en etkili alanları seçerek stratejik odak oluşturması gerektiğini söyler. Bunun anlamı, kısa vadeli operasyonel hedeflerle uzun vadeli stratejik yatırımlar arasında net bir denge kurmaktır. Kurumun hangi süreçleri dijitalleştireceği, hangi müşteri segmentine odaklanacağı ve hangi teknolojilerin gerçekten değer yarattığı sorularına açık yanıt verilmelidir. Önceliklendirme, sınırlı kaynakların doğru projelere yönlendirilmesini sağlar ve organizasyona net bir yol haritası kazandırır.

Bu aşamada yeni teknolojiler ilgi dağıtabilir. Blockchain ve metaverse teknolojilerinin zamanında yaptığı gibi bir anda gerçek işlerimizle değil bunlarla uğraşıyor şeklinde kendimizi bulabiliriz. Bunun yerine şirketin dışına çıkıp gerçek müşterilerin ne beklediği anlaşılmaya çalışılabilir. 

3. Deneyim / Deneme (Experimentation):

Rogers, dijital dönüşümün özünde bir “öğrenme döngüsü” olduğunu belirtir. Kurumlar yeni fikirleri küçük ölçekli deneylerle test etmeli, sonuçlardan hızlıca öğrenmeli ve işe yarayan girişimleri büyütmelidir. Bu yaklaşım, klasik planla-yap-modelinden farklı olarak “deneme ve uyarlama” kültürünü destekler. Başarısızlık, bir hata değil, ilerlemenin bir parçası olarak görülür. Bu adım, kurumlara çeviklik kazandırır ve değişen müşteri beklentilerine daha hızlı yanıt verebilme kabiliyeti kazandırır.

Müşteriye cilalı bir ürün gösterdiğinizde size ürünün kusurlarını söyleyecektir. Fakat ona kaba taslak bir çizim gösterdiğinizde onun potansiyelini görür. 

4. Yönetişim (Governance):

Dijital dönüşüm sürecinde yapılan deneylerin kurumsal ölçeğe taşınabilmesi için iyi bir yönetişim mekanizması şarttır. Rogers, yönetişimi kontrol değil, kolaylaştırıcı bir yapı olarak tanımlar. Bu aşamada hangi projelere yatırım yapılacağı, kaynakların nasıl tahsis edileceği, hangi kriterlerle başarının ölçüleceği belirlenir. Ayrıca organizasyonel sorumluluklar netleştirilir; dönüşüm projelerinin sahipliği dağınık değil, hesap verebilir şekilde organize edilir. Bu sayede yenilikler sadece pilot aşamasında kalmaz, kalıcı bir etki yaratır.

5. Yetenekler ve Kültür (Capabilities):

Rogers’ın yol haritasındaki son adım, organizasyonun dönüşüm kapasitesini kalıcı hale getirmektir. Bu yalnızca dijital yetkinlikler kazanmak değil, aynı zamanda sürekli öğrenen bir kültür oluşturmaktır. Teknoloji altyapısına yapılan yatırımların yanında, çalışanların dijital becerilerinin geliştirilmesi, veriyle karar alma kültürünün yerleşmesi ve ekipler arası iş birliğinin güçlendirilmesi gerekir. Dijital dönüşüm ancak bu kültürel dönüşümle sürdürülebilir hale gelir.

Sonuç olarak Rogers, dijital dönüşümü bir teknoloji projesi olarak değil, organizasyonun sürekli yenilenme yeteneğini güçlendiren bir stratejik çerçeve olarak görür. Başarılı dönüşüm, vizyoner bir liderlik, stratejik odaklanma, deneme kültürü, sağlam yönetişim ve güçlü yetenek altyapısı ile mümkündür. Bu beş adım, her kurumun kendi sektör ve hedeflerine uyarlayabileceği, dinamik ama sağlam bir yol haritası sunar.


19 Eylül 2025 Cuma

Takeaways from the book "The Three Rule"

The readers, here is the summary of the book “The Three Rules: How Exceptional Companies Think” by Michael E. Raynor and Mumtaz Ahmed.

 

Introduction – The Quest for Exceptional Companies

The authors explain their research: analyzing over 25,000 companies across 45 years, narrowing down to a few “miracle workers” that consistently outperform. They reveal the three rules:

  • ·       Better before cheaper.
  • ·       Revenue before cost.
  • ·       There are no other rules.

Takeaways:

  • Long-term exceptional performance is rare but explainable.
  • Strategy is not about perfection but about making consistent, disciplined choices.
  • The “three rules” are guiding principles, not formulas.

 

Defining Exceptional Performance

 

  • The authors define exceptional companies as those that outperform industry peers consistently across decades.
  • They reject “luck” or “one-time innovation” as explanations.

 Takeaways:

  • Sustained success comes from a disciplined way of thinking, not a one-off breakthrough.
  • Outperformance is measured relative to peers, not absolute size.

 

Better Before Cheaper

  • The first rule: focus on differentiation rather than competing on price.
  • Exceptional companies win by providing more value, not by being the cheapest.

Takeaways:

  • Competing on price is a race to the bottom.
  • Customers pay more when they see clear, unique value.
  • Differentiation sustains margins and competitive advantage.

 Revenue Before Cost

  • The second rule: prioritize revenue growth through innovation, customer reach, and premium offerings over short-term cost-cutting.
  • Cost control matters, but revenue leadership creates long-term success.

Takeaways:

  • Growth and innovation create more shareholder value than cutting expenses.
  • Cost efficiency is necessary but not sufficient.
  • Revenue drivers like new markets, better products, and stronger brand matter more.


No Other Rules

  • The third rule: stick to the first two—ignore management fads or overcomplicated frameworks.
  • Flexibility is allowed, but principles are constant.
  • Simplicity, accuracy and generality are the factors that the theories should be evaluated on. These are working in tradeoffs between each other.

 Takeaways:

  • Simplicity in principles beats complexity in strategies.
  • Don’t get distracted by trends—stick to value and revenue.
  • Consistency in application drives compounding success.

  

Implications for Managers

  • Managers should embed the rules into decision-making frameworks.
  • Culture and leadership must reinforce long-term orientation.

 Takeaways:

  • Leaders must set priorities aligned with value and growth.
  • Decision-making must be guided by principles, not quarterly pressure.
  • Execution discipline makes strategy real.

 

Sustaining Exceptional Performance

  • Explores how to maintain success despite changing environments.
  • Agility is important, but the rules remain constant.

 Takeaways:

  • Success requires adaptability, but without abandoning core rules.
  • Reinvention works best when rooted in the same principles.
  • Companies fail when they sacrifice value for cost or chase trends.

 

Conclusion – Thinking Differently

  • The three rules are not recipes but enduring ways of thinking.
  • Companies that adopt them create resilience and long-term profitability.

 Takeaways:

  • Strategy is about making disciplined choices and trade-offs.
  • Exceptional companies focus on principles, not shortcuts.
  • The three rules are deceptively simple but profoundly powerful.

 

In one line: Exceptional companies win by being better, not cheaper, focusing on revenue growth over cost-cutting, and ignoring everything else.